Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OECD) tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre, hayattaki şansları hakkında en çok endişe duyan insanlar aynı zamanda daha az mutlu hissediyorlar.
Bununla birlikte, araştırma sonuçlarına göre çalışma çağındaki OECD vatandaşlarının yaklaşık yüzde 65’i maddi açıdan ebeveynleri kadar güvende olamayacaklarından endişe ediyor. Neredeyse eşit bir oran da gelecekte çocuklarının daha da az güvende olacağından korkuyor.
Dahası, sosyal hareketlilik olarak da ifade edebileceğimiz nesiller arası hareketliliğe giderek daha az inanılıyor. Öyle ki, OECD vatandaşlarının ortalama olarak her on yoksul çocuktan altısının yetişkin olduklarında da yoksul kalacağına inandıkları görülüyor. Bugünkü yazımda, OECD’nin söz konusu araştırmasından yola çıkarak sosyal hareketliliğin ve fırsat eşitliğinin önemi üzerinde durmaya çalışacağım.
Ne anlama geliyor?
Sosyal hareketlilik, bir kişinin sosyoekonomik durumunun ya ebeveynlerine göre (nesiller arası hareketlilik) ya da yaşamı boyunca (nesil içi hareketlilik) değişmesini ifade eder. Sosyal hareketlilik fırsat eşitliği ile doğrudan ilişkilidir.
Bireylerin cinsiyet, yaş, ırk ve etnik kökenleri, doğum yerleri, ebeveynlerinin sosyo-ekonomik geçmişi veya kendi kontrolleri dışındaki diğer koşullardan bağımsız olarak insanların hayatta başarılı olmak için aynı şansa sahip olma derecesi fırsat eşitliğini tanımlar. Sosyal hareketlilik ve fırsat eşitliği arasındaki ilişki; kazanç, gelir veya sosyal sınıf açısından ölçülebileceği gibi, sağlık ve eğitim gibi diğer refah boyutlarını da kapsayacak şekilde anlaşılabilir.
Dezavantajlı geçmişe sahip kişiler sosyoekonomik merdiveni tırmanmak için daha az fırsata sahiptir. Avrupa’daki OECD ülkelerinde, en büyük sosyo-ekonomik dezavantaja sahip çocuklar yetişkin olduklarında, daha elverişli bir çocukluk geçirenlere kıyasla yüzde 20 daha az kazanmaktadır. OECD ülkeleri genelinde, düşük gelirli ailelerin çocuklarının ülkelerindeki ortalama gelire yaklaşmaları neredeyse beş nesil sürmektedir. Eşitsiz fırsatlar sadece ahlaki bir kaygı değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal refahı da baltalar.
Fırsat eşitsizliği…
27 OECD ülkesinde toplanan veriler, mevcut ekonomik eşitsizlik düzeyi ve toplumda algılanan fırsat eksikliği konusunda yaygın bir endişe olduğunu ortaya koyuyor. Katılımcıların yaklaşık yüzde 80’i ekonomik eşitsizliğin azaltılması veya fırsat eşitliğinin sağlanması için daha fazla şey yapılması gerektiğine inanıyor.
Bir çocuğun hayata başlangıcını ebeveynlerinin serveti belirliyor. Ancak servet eşitsiz bir şekilde dağılmış durumda. Örneğin, OECD ülkelerinde ortalama olarak, hanelerin en zengin yüzde 10’u tüm hanehalkı servetinin yarısından fazlasına sahip. Dahası, miraslar da eşitsiz. Bu bakımdan, ortalama olarak, en yüksek gelire sahip haneler, en düşük gelire sahip olanların aldığı sermaye transferinin iki katından fazlasını alıyor.
Dezavantajlı hanelerden gelen çocuklar eşit olmayan kaynaklarla başlar ve bu da eşit olmayan sonuçlara dönüşür. Uzun vadeli eşitsizliğin pek çok nedeni çocukluk döneminde daha da kötüleşiyor. Ayrıcalıklı sosyoekonomik geçmişe sahip 10 çocuktan neredeyse altısı ilkokuldan önce evde düzenli eğitime maruz kalırken, dezavantajlı geçmişe sahip 10 çocuktan sadece üçünden biraz fazlası bu eğitimi alabiliyor.
Küresel olarak artıyor
Bu eşitsiz hedefler ve kaynaklar, yaşamın ilerleyen dönemlerindeki başarıları da etkiliyor. Ebeveynleri yükseköğrenim diplomasına sahip olan çocukların üniversiteden mezun olma olasılığı, ebeveynleri ortaöğrenimden daha az diplomaya sahip olanlara kıyasla yüzde 45 puan daha fazladır. Ayrıca sağlık durumlarının iyi olma ve daha fazla harcanabilir gelire sahip olma olasılıkları da daha yüksek.
Son 20 yılda ülkeler arasındaki gelir farklılıkları azalırken, OECD ülkelerinin yüzde 50’sinden fazlasında bölgesel eşitsizlikler artmış durumda. Bununla birlikte, OECD araştırmasına göre, OECD genelinde metropol bölgeler, diğer bölgelere kıyasla yüzde 32 daha yüksek kişi başına GSYH’ya sahip olmuş.
Sonuç olarak, sosyal hareketlilik ve fırsat eşitliği sağlanmadığı takdirde, toplumların ekonomik ve sosyal refahını artırmak zorlaşacaktır. Bu nedenle, politika yapıcıların ve toplumun bu konulara daha fazla odaklanması ve çözüm arayışı içinde olması gerekiyor.